YAŞA GİTSİN!

Yaşamın gereği dışında olan mecburiyetlerimiz. Yapmak zorunda olduğumuzu düşündüğümüz disiplinler. Korkularımızın bunları büyütüp, taç yapması.
Örneğin yakından tanıdığım ve on yılı aşkındır uyguladığım, öğrettiğim, Yoga disiplini.
Yoga, yapmak zorunda hissetmedikçe, altı inançlara bağlı korkularla karışmış bir ateşle tutuşturulmadıkça ne kadar güzel bir şey!
Elbette burada belli bir anlayışa gelene kadar bir disiplini, öğretiyi uygulamaktan bahsetmiyorum.
Bahsetmek istediğim; mecburiyet kavramı ve kaçışlarımız. Bir öğretinin anlayışına, bakış açısına bağlanışlarımız. Öğretinin bir hikayesi var ise (hikayesiz öğreti olamaz), onu zekanın süzgecinden geçirmeden inanabilmemiz. Hatta Hakikat saymamız.
Tabi burada önyargılı ve aşırı şüpheci olmanın keskin köşesini de kastetmiyorum.
Evrende her şey, her an değişken ve akıcı.
Yaşam bize acısıyla, tatlısıyla, öfkesiyle, üzüntüsüyle yani doğal salınımında akmakta.
Bir disiplini uygularken, özellikle o disiplinle belli bir anlayışa ulaştıysak artık… Yaşamla akmak; olanı olduğu gibi görüp, yaşamı olduğu haliyle kabul ederek; acısını, tatlısını kucaklamak, zorluklara, acısına anlayış ve kabul gösterecek bir zihinsel esnekliğe sahip olmak ve onu korumak gerçekten yaşamak değil midir?
Bu illüzyon dünyasında, herşey her an değişken ve Varlık çok çeşitli biçimlerde, titreşimlerde her an akıyor. Bir öğretinin gözlüğünden bakarsak sadece dünyaya, o çeşitliliği görmek ve kabul etmek çok zor olabilir. Günlük uygulanan disiplin yaşam prangamız, o disiplinin anlayışı da at gözlüğümüz haline dönüşebilir.
Nereden mi biliyorum? Yaşadım çünkü :)
Yaşamda doğal salınımın getirdiklerine eyvallah diyerek, duygulanırsak o duyguya izin verip, bir an durup kendimizi hatırlayarak gerekirse şuurla duruma müdahale etmek değil midir akışta olmak?
Varlığın üzerimizden akmasına müsaade etmek. Kendimizi, yaşamı ve insanları serbest bırakmak…
Güzel olmaz mıydı? :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tekamül ve Beslenme

Bütünleşme

ŞUUR